25 Aralık 2011 Pazar

At ve Nietzsche: The Turin Horse (2011)

------------------------
Nietzsche 3 Ocak 1889'da Torino'da, Via Carlo Alberto'daki 6 numaralı
kapıdan sokağa adımını atar. Belki yürüyüş yapmak, belki de
postaneden mektuplarını almaktır amacı. Kendisine uzak olmayan ya da
fazlasıyla uzakta kalan bir fayton sürücüsü de inatçı
atına söz dinletemiyordur. Faytoncunun tüm baskılarına rağmen,
hareket etmeyi reddediyordur at. Akabinde ismi muhtemelen
Giuseppe? Carlo? Ettore? olan faytoncunun sabrı taşar
ve kırbacını eline alır. Nietzsche, kalabalığın yanına gelir ve o ana dek öfkeyle
köpüren sürücünün acımasız sahnesini sona erdirir. Sağlam yapılı ve gür bıyıklı Nietzsche
birden faytona atlar ve kollarını atın boynuna dolayıp
hıçkırarak ağlar. Komşuları Nietzsche'yi evine bırakır. İki gün boyunca bir divanda
hareketsiz ve sessizce dinlenir Nietzsche. Ta ki son sözlerini
mırıldanıncaya dek: "Mutter, ich bin dumm,"
(“Anne, ne aptalım!”) Ve yaşamının kalan son on yılını,
uysal ve delirmiş bir şekilde annesinin ve kız kardeşlerinin
himayesi altında geçirir. Atın akıbeti hakkında ise...
Hiçbir şey bilmiyoruz.
------------------------*

İşte bu film o at hakkında. Ya da o hiçlik, Atın ve Nietzsche'nin hiçliği hakkında.

------------------------
Palinkam bitti.
Bir şişe verir misin?

Ver şuna biraz.

- Neden şehire gitmedin?
- Rüzgâr çok şiddetli esiyor.

Nasıl yani?

Ortalığı mahvediyor.

Neden mahvetsin ki?

Çünkü her şey mahvoluyor.

Her şey değersizleşti.

Fakat şunu söyleyebilirim ki,
onlar mahvetti ve değersizleştirdi her şeyi.

Çünkü sözde masumane
insani yardımla gelen...

...bir çeşit afet değil bu.

Tam tersine...

İnsanın kendi kararlarıyla ilgili bu,

...kendi kararlarının
kendisinin önüne geçmesiyle.
Tabii ki bunda Tanrı'nın da eli var,

...hatta bana kalırsa,
büyük bir payı var.

Ve bu pay ne olursa olsun,

...hayal edebileceğin en korkunç
yaratılışa sahip.

Çünkü görüyorsun sen de,
dünya bayağılaştı.

Benim ne söylediğimin bir önemi de yok,

...çünkü her şey satın
alınarak değersizleştirildi.

Sinsi, alçakça bir savaşla
ele geçirdiklerinden beri,

...her şeyi adileştirdiler.

Her neye dokundularsa,

...ki her şeye dokundular,
onu değersizleştirdiler.

İşte bu nihai zafere kadar giden yoldu.
Muzaffer bir sona doğru giden.

Ele geçir, değersizleştir.

Değersizleştir, ele geçir.

Ya da istersen farklı şekilde de
ifade edeyim:

Dokun, değersizleştir
ve dolayısıyla ele geçir.

Ya da; dokun, ele geçir
ve dolayısıyla değersizleştir.

Durum bu şekilde yüzyıllardır devam ediyor.

Yüzyıldan yüzyıla, her çağda.

Bazen sinsice, bazen kabaca,

...bazen kibarca, bazen acımasızca,

...ama durmaksızın devam ediyor.

Değişmeyen tek şey ise şekli,

...pusudaki bir sıçan saldırısı gibi.

Çünkü bu mükemmel zafer,

...diğer taraf için de
aynı şekilde gerekliydi...

Mükemmel, bir şekilde önemli
ve asil olan her şey...

...böylesi bir savaştan kaçınmalı.

Herhangi bir mücadeleye girmemeli,

...bu sadece bir tarafın
aniden mükemmelliğini,

...büyüklüğünü ve asilliğini
kaybetmesi demek.

Şimdi kurdukları pusudan yönettikleri
dünyaya saldırıyor bu kazanan galipler...

...ve birilerinin onlardan
bir şey saklayabileceği...
...küçük bir köşe dahi yok.

Ellerini attıkları her şey
zaten onların çünkü.

Ulaşamayacaklarını düşündüğümüz
şeyler bile, ki onlar her yere ulaşır,

...onların.

Çünkü gökyüzü şimdiden onların,
düşlerimizin olduğu gibi.

Onların zaman, doğa...

...ve sonsuz sessizlik.

Hatta ahlaksızlık bile onların,
anladın mı?

Her şey ama her şey
sonsuza dek kayboldu!

Ve o asil, önemli...

...ve mükemmel pek çok şey orada kaldı,
bilmem izah edebildim mi?

O noktada çark ettiler,

...durup anlamaya başladılar,
ve kabul etmek zorunda kaldılar,

...ne tanrının
ne de tanrıların olmadığını.

Mükemmel, önemli ve asil olanın ise...

...bu doğruyu en başından beri anlayıp
kabul etmesi gerekiyordu.

Tabii onlar bunu anlamaktan
oldukça yoksundu.

İnanmış ve kabul etmişlerse de,
bunu anlamamışlardı.

Şaşkın ama boyun eğmemiş bir şekilde
orada dururlarken...

...bir şey oldu ve,
beyinlerinde çakan bir kıvılcım,

...sonunda onları aydınlattı.

Ve birden ne tanrının
ne de tanrıların olmadığını fark ettiler.

Birden ne iyinin
ne de kötünün olmadığını gördüler.

Akabinde görüp anladılar ki,

...eğer öyleyse aslında
kendileri de yoktular!
------------------------*


...ve aslında hayat bu kadar basit,
bir patates kadar,
pişmiş ve çiğ patates arasındaki fark kadar.

...Nietzsche'nin o ata bıraktıkları kadar basit. Filmde çalan müzik kadar basit. 2.5 saatlik 3-5 plandan oluşan bir filmi bir çırpıda izlemek kadar basit. Senin orada olman kadar basit.

Tek başınıza izleyin...

*Altyazıdan alıntılar: Turgay Yıldıran