28 Şubat 2009 Cumartesi

The Reader

Film açılışını, 1995 yılında Berlin de, burjuvaziden nasibini almış tipik klişeleri ile; beyaz yaka, kol düğmeleri, şık sayılabilecek kahvaltı takımı, kahveyle güne başlayan "iş adamı galibaaa"diye düşünebileceğimiz, sonrasında avukat olduğunu anlayacağımız bir adam (Ralph Fiennes) ve yine şimdi bunun sevgilisi de vardır klişesiyle devam eden, haklı çıkaran, arada bir kızıyla buluşan bekar baba klasiğiyle açılır....ama! Filmimiz, pencereden zarif bakışlarıyla dışarı bakan Ralph Fiennes'i yani Micheal karakterini güzel bir geçişle ilk gençlik yıllarına götürmesiyle ve genç Micheal'in Hanna (Kate Winslet) ile nasıl tanıştığını görmemizle bizi içine çeker...


"The Reader"ın, 1958 yılında geçen ilk bölümünde, 15 yaşındaki mutsuz Micheal (David Kross) ve 36 yaşındaki çekici Hanna arasındaki ilişkiye tanık oluruz. Hasta olan Micheal'a Hanna 'nın yardım etmesi ile başlar herşey...iyileştikten sonra Micheal 'ın elinde çiçeklerle Hanna'yı ziyareti, niyeyse bana tüm film boyunca hep açıkmış ve herkes istediği gibi girebilirmiş gibi görünen evinin kapısından Micheal'in içeriye süzülüşü ve genelde sinirli ve soğuk görünen Hanna 'nın, iç çamaşırlarını ütülerken Micheal'ın gözlerinin çamaşırlara kilitlenmesiyle çok geçmeden sevişeceklerini anlamamızla devam eder.... Gelelim göze çarpan ilk klişelerden, filmdeki güzelliklere...okuma, sevişme ve banyo üçgeninde yaşanan ve Micheal'ın ilk heyecanını, 1990 doğumlu David Kross'un Kate Winslet karşısında hiç de küçümsenmeyecek bir oyunculukla sergilemesi bence takdire şayandır..özellikle filmin ikinci yarısında Hukuk Fakültesinde okuyan, Hanna'nın ortadan aniden kaybolup 8 yıl sonra bir savaş suçlusu olarak karşısına çıktığı sahnelerde, kafası karışık, üzgün, bir zamanlar sevdiği kadının bir Nazi olduğunu öğrenmesiyle ciddi şekilde yaralanan Micheal'ı çok da güzel oynamıştır kanımca..Kate Winslet ise zaten Oscar'ı ve bilimum ödülleri kapmış, filmdeki oyunculuğunun ne denli iyi olduğunu kanıtlamıştır..gerçi Oscar ve Altın Küre ödüllerini alırken yaptığı konuşmalar, bende niyeyse "hala rol yapıyo galiba"hissini uyandırmıştır, ama üzerinde durulmamıştır ve kendisinin güzel olduğu kadar yetenekli olduğu gerçeği bir kez daha kabul görmüştür...

Mahkeme sahnesinde, Hanna'nın yargılanan diğer kadınlar tarafından komploya kurban gidişi, Micheal'ın neden Hanna ile bir türlü temasa geçemediğinin tam hissettirilemediği sahneler sanki biraz yüzeysel, biraz da tiyatro sahnesi gibi kalmış...özellikle diğer nazi suçlularının Hanna'yı işaret ettikleri "o yaptı, o yaptı" dedikleri sahne ise izleyicide kısa süreli ve ufak çaplı bir düşüşe yol açmıştır...

Mahkum edilen Hanna ve sonunda onu görmeye giden Micheal'ın bir araya geldikleri sahnede de aradaki 25 yaş farkı, gerçekten muhteşem makyaj sayesinde sanki 40'a çıkmıştır, ama yaş farkının birdenbire artmış gibi durması heralde Hanna'ya hapishanede geçen günlerin etkisiyle çökmüş imajı verilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır diye düşünmekteyim.. (Bu arada film Almanya'da geçmesine ve herkes Alman olmasına rağmen hiç kimse almanca konuşmamaktadır...)

Dip not olarak eklemeden geçemeyeceğim, "The Reader",Bernhard Schlink'in aynı adlı romanından uyarlanan ve 39 dile çevirilen ünlü bir eser. Filmin kitaba göre, bazı konularda biraz daha yanlı olduğu düşünülmekte ise de "The Reader" üzerinde konuşulmaya ve izlenmeye değer güzel bir film..iyi seyirler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder