Nick and Norah’s Infinite Playlist,
Twilight...
Elimize üç adet “ah aah, hey gidi gençlik “ dedirten sırasıyla iyi, şirin ve vampirli filmlerimiz var. Üç filmdeki tüm çiftler hemen hemen aynı yaştalar. Üç filmin de müzikleri güzel. Ama pek de fazla ortak yönleri yok. Yine de üçü de izlediğinde kendimizden birşeyler bulabileceğimiz tarzda. Sözü fazla uzatmadan ilk sırayı The Wackness’a veriyor ve “Gençlik Ateşi” başlıklı yazımızın devam edeceğini dip not olarak düşüyorum.
Başrollerini Sir Ben Kingsley ve Josh Peck ‘in paylaştığı filmin yönetmenliğini daha önce All The Boys Love Mandy Lane ‘i de çeken Jonathan Levine yapmış. Filmin senaryosu da kendisine ait olan Levine, Brown mezunu ve New York’a döndükten sonra Amerikan Film Enstitüsü’ne başlamış. Bitirme tezi Shards kısa metraj üzerine ve bol ödüllü. The Wackness, yönetmenin ikinci uzun metraj filmi ve Sundance İzleyici Ödülü’nün de sahibi.
................
Filmimiz 1994 yılında New York da geçiyor. Kurt Cobain henüz ölmüş, New York sokakları ise hip hop ile bangır bangır inlemekte. Adamımız Luke Shapiro (Josh Peck), liseyi yeni bitirmiş, gideceği üniversite son tercihi, kızlarla iletişimi sıfır, tek arkadaşı ise yaşı orta, ruhu genç Doktor Squires (Sir Ben Kingsley) olan, maddi durumu kötüleşmiş ailesine yardım için elinden geleni yapan, bunun için marihuana satan, kafası karışık, içine biraz kapanık, histerik annesi ve fazla sakin babası ile birlikte yaşamaya çalışan bir gençtir. Dr. Squires ise, ruhen ergenlik döneminde olan, karısına yetmeyen, üvey kızının üzerinde ise doğal olarak hiç bir söz hakkı olmayan üvey baba ve otçu doktor rolündedir. Luke, Dr.Squires'e ot sağlar, Doktor da ona terapi. Ancak film ilerledikçe görürüz ki aslında asıl terapiyi Luke O’na sağlamaktadır. Derken, Luke Dr. Squires’in üvey ve güzel kızı Stephanie (Olivia Thirlby) ile tanışır ve tabii ki O'na aşık olur. O ilk kez masumiyetle aşkı tadarken, Stephanie Luke’u olayın farklı boyutlarıyla da tanıştırır.
.........................The Wackness gerek konusu gerek temposu ile, sakin, sevimli bir film. ama, filmi çekip çevirenin Ben Kingsley olduğunu söylemek gerek. Gerçekten de izlemesi çok keyifli. Filmin femme fatale ‘ı diyebileceğimiz Olivia Thirlby ise, yaşına göre rolünün hakkını vermiş. Aynı şekilde Luke karakterini canlandıran Josh Peck de. İyi oyunculuklar denilemez bence, ama uyumlu ve kesinlikle rahatsız etmiyor. Filmdeki iki anne de irite, histerik, tatminsiz anne rollerini başarıyla yansıtıyorlar seyirciye. Luke’un annesini canlandıran Talia Balsam ve Stephani’nin annesi rolünde Famke Jannsen, kısacası tüm ekip gerçekten uyum içinde. Ben Kingsley’i ayırıyoruz tabii ki. O filmi sürükleyen. Mary- Kate Olsen da filmde sarışın hippie rolünde. Kendisini sürekli trend yaratırken gördüğümüzden (hep beraber vakit geçiririz de...) filmdeki sevimli sarışının kim olduğunu ancak daha sonra anlayabildim.
Olayların 90'lı yılların ortasında geçmesi de filme ayrı bir hava katıyor diyebiliriz. Örneğin Stephanie, Luke’a "telefon numaramı almalısın" dediğinde, insan Luke’un cep telefonu çıkarıp numarayı kaydedeceğini sanıyor ama tabii ki numara bir kağida yazılıyor. En pratik iletişim şekli çağrı cihazları. Tupac ve Biggie hala hayatta ve Notorious B.I.G de filmin en romantik sahnelerinden birine eşlik ediyor.
Dolayısıyla, bu sakin tempolu tatlı film, New York görüntüleriyle, biraz da nostaljik tadıyla halet-i ruhiyenize göre güzel vakit geçirmenizi sağlayabilir.
Gençlik Ateşi serimizin diğer filminde görüşmek üzere...