1 Mart 2009 Pazar

if...

1968 yapımı Cannes'da 'en iyi film' ödülünü almış olan if..., dönemin anaşist söyleminin İngiliz Sineması'ndaki en güçlü yansıması. Birçoklarına göre haddinden fazlaca Vigo'nun Zero de Conduite'den (1933) feyz almış bu yapımda Anderson, yatılı okul öğrencileri üzerinden eğitim sistemine, silahlanmaya, tek tip birey üretimine eleştiri getirmeye çalışmış.

Anderson'un filmini incelediğimiz zaman ilk akla gelen birçok okul filminde maruz bırakıldığımız kalıp karakter sorunu. Yönetmenlerin aklına bir fikir geliyor, bu doğrultuda önemli olanın eylemin olduğu bir hikaye anlatılması gerekiyor ve bu yüzden de seyircinin yaşadığına inanmakta zorluk çektiği karakterler yaratılıyor. Okul içi şiddet, sorun türünün en iyi örneklerinden biri olan Elephant da (2003) nasıl bilgisayarda adam öldüren çocukların arkadaşlarını öldürmek istemeleri son derece basit geliyorsa göze, burada da lenin fotoğralarıyla dolu bir odaya sahip olan gençlerin anarşist söylemleri ve tutumları -gerçi film kendi kendini yalanlıyor sonuç itibariyle- seyirciyi tatmin etmekten uzakta. Bunun yanı sıra filme ilişkin beni en rahatsız eden durumlardan biri öğretim sistemine teenage kült filmi Donnie Darko (2001) kadar bile eleştiri getiremiyor oluşu. Eğer ortada bir tek tip insan yaratma çabası varsa bunun yolu öğretimden geçiyorsa bununla ilgili tek başına bir tutarlılık yakalayan bir veya birkaç sahne yerine oğlan avına çıkmış hocalardan bahsedilmesi bana garip geldi. Filmin kopuk anlatımında cimnastikçi çocuğa hayran olan alt sınıf öğrencisi, yıldızlarda sevgilisini gören Travis gibi naif ve gerçekçi anlatımların yanına böyle sahneler eklenseydi filmin içeriğinin daha güçlü olacağını düşünüyorum. Filmde en dikkat çeken unsurlardan biri olan kaplan imgesi ise karakterlerin ruh haletini anlatmakta başarılı bir anlatım yakalamayı başarıyor.



If...'in diğer dikkat çeken unsuru ise renkliden siyah beyaza ve sepyaya dönen renk kullanımı. Bu kullanımının nedeninin Lelouch'un bir kadın&bir erkek filmindeki gibi mali nedenler olup olmadığını bilmiyorum ama bu kullanımın filmin ikircikli anlatımına koşutluk yakaladığını söyleyebilirim. Aslında beni en çok rahatsız eden anlatım tekniği oldu. Aynı dönemde Godard gemiyi azıya alırken çektiği La Chinoise (Çinli Kız, 1967), Weekend (Haftasonu, 1967), Sympathy For The Devil (1968) ve bir kaç sene sonraki Tout Va Bien (Herşey Yolunda, 1972) gibi filmlerde çok önem verdiği estetik anlatımı tamamen bir kenara bırakıp, anlatmak istediklerini bazen bir karakterlerin kameraya dakikalarca konuşmasıyla sahneleyerek sinema filmi anlatımından bütünüyle koparken, Anderson'unun anarşist söyleme sahip filminin duraklamalar ve kopuşlar içerse de geleneksel kurguya bu kadar yakın kalması da açıkçası bana çok ironik gözüküyor.Son olarakta filmin bitişteki gerçeküstü finaline değinmek istiyorum. O gerçeküstü finalde sonra çıkan 'if' yazısıyla yönetmen her şeyi seyiriciye bırakıyor. Dilimizde tam bir karşılığını bulamadığımız bu eğer/acaba sorusuyla yönetmen değerlendirmeyi anarşist söyleminden bütünüyle koparak bize bırakıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder