15 Nisan 2009 Çarşamba

Ortaya bir karışık (Gölgesizler)

Selim Evci’nin İki Çizgi faciasından sonra bir ay Türk filmine gitmeyip arınma süresi vermiştim kendime, o yüzden ancak festivalde yakalayabildim filmi. Bilmiyorum belki sonda söylenmesi gerekiyor ama benim şimdi söylemeyi tercih ettiğim iki husus var. Birinci bence ve birçokları da böyle düşünüyor bu roman uyarlamak için fazlasıyla zor bir tercihti, Demirkubuz’un Camus denemesi bile bunun yanında hafif kalıyor. İkincisi ve aslında bu film üzerine yapılan bütün tartışmaların tıkandığı nokta, Toptaş bu romanı çekmesi için Hakan Karahan’la Ümit Ünal’a izin vermişse, bize söylenecek söz kalmıyor, sadece ortaya çıkan işi değerlendirebiliriz.

Toptaş’ın Marquezvari büyülü gerçekçi anlatıma sahip romanının uyarlamasının seyircinin algısında dönüp dolaşıp bir kızın kaçırılmasına bağlanmasının birkaç nedeni var. Temel neden senaryonun kitabın belirsiz odağını belirgin yapma çabası, diğer bütün parçaları Gelincik’in kaçırılması olayıyla birleştirme çabası; böyle olunca kitabın sadece bir bölümüne yoğunlaşılmış olunuyor, bu da kitabının anlamından uzaklaşılmasına neden olmuş. Filmin Gelincik’in kaçırılmasına bu kadar bağlanmasının sebebiyse akışa sahip bir hikâye anlatma çabası, filmin sonuna kadar gizemi koruyup kaçıran kim sorusunu sordurtma çabası-izleyenler dikkat etti mi bilmiyorum ama senaryo Gelincik’i kimin kaçırdığını ortasından sonra söylüyor, ama bunun önemi var mı ben bilmiyorum-. Böyle bir senaryoyu 9, Ara gibi filmler çekerek çizgisel anlatımla sorunu olduğunu açıkça ortaya koyan bir adamın yazması gerçekten çok şaşırtıcı, gerçi biz hep yeni dönem çalışmalarını düşünüyoruz ama Berlin in Berlin’i de piç eden Ümit Ünal nihayetinde, izlenmesi için film yapınca köklerine döndü demeliyiz sanırım. Romandan kopukluğun bir nedeni de mizansenin salt gerçekçiliğe dayanan bir hikâyedeymişçesine olması. Bu oyunda kitaptaki diyaloglar kullanıldıkları zaman iş iyice garip bir hal alıyor, diyaloglar komik kaçıyor ve senaryo da belli yerlerde buna çanak tutuyor, verilmek istenen anlamın dışına çıkılıyor. Toparlamak gerekirse de anlamın saptırıldığı, doğaüstü olayların gerçekleştiği izlenimi veren bir film kalıyor geriye.

Hakan Karahan’ın iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Türkiye’deki sinema okullarından bir ekip kurma çabası gerçekten hoş ama bu projede gerçekten bir gariplik var. Belki de bütün mevzu onun köklerinin banka genel müdürlüğünde olmasında yatıyor. Bu kadar ana akımdan uzak bir konuyu seçip gişe beklemesini ben anlayamıyorum. Bir de gişe çekmesi için filmin işin içine sevgilisi Candan Erçetin’in bir şarkısı ekleniyor. Yani insanlar Candan Erçetin’i seviyorlar, o yüzden filme mi gidecekler? Bu kadar basitse, niye böyle bir konu seçer ki insan? Kendi yaptığı işi mundar etmek bu bana kalırsa. Sonuçta ne oluyor, film sanatsal ve ticari kaygıların arasında ortada kalıyor ve kimseye yaranamıyor, 35000 gibi bir rakamda kalıyor. Bunun birkaç bini entel seyirci olsa, birkaç bini dizi oyuncularının popülaritesi, eh geriye kalan da Candan Erçetin diyelim, durum budur.

Ümit Ünal’a gelecek olursak. Film başlamadan önce salonu bu kadar doldurmanız beni şaşırttı, vizyondayken neredeydiniz dedi. Gerçekten bu filmin daha fazla izlenmesini bekleyip beklemediğini çok merak ediyorum. Yani ne bekliyordu ki, filmi beş yüz bin kişi izleyecek, Berlin’de yarışma hakkı kazanıp, ödül alacaklar, bunu mu bekliyordu? Birlikte çalışmaya devam edeceklerini duydum, açıkçası bu işbirliğinin iyi sonuçlar vereceğini sanmıyorum, değişik bir şeyler yapmaya çalışan yönetmen sayısı bir elin parmaklarıyla gösterilirken onun farklı alanlara kayması da sinemamız adına üzüntü verici bir durum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder