12 Mart 2010 Cuma

Alt-Vizyon (4)

Uzunca bir aradan sonra bloğumuzun bu bölümüne de yeniden can vermek gerek. Bu yeni başlangıcımızı kuzey ülkelerinden 2 filmle taçlandıralım(taçlandırmak).

Den brysomme mannen (2006): Sorun nedir? Nasıl yaratılır? Fimin bizde sunulan adı "Sorun Yaratan Adam" olmasından mütevellit geldi aklıma bu sorular. Tabi adamımızın öyle aksiyon filmleri hesabı bir sorun yaratma kapasitesi olduğu da söylenemez. Asıl sorun hayatındadır benim görüşüm. İşin özü; adamımız daha önce hiç gelmediği ve oraya da nasıl ve neden geldiğini anlamadan, yepyeni ve oldukça düzenli bir şehirde yaşamaya başlar. İşinden, eşine her şey düşünülmüş ve bir makine gibi işlemektedir. Sorun da buradan kaynaklanır zaten. Adamımız "Andreas" "Yeter" der ve zincirleri kırmaya çalışır ve "sorun" da burada çıkar...imdb

Noi Albinoi (2003): izlandalı Yönetmen Dagur Kari'nin 4. filmi olmanın yanı sıra, festivallerde de birçok ödül alarak adını duyurmaya başladığı filmi de diyebiliriz bu film için. Filmimiz izlandanın soğuk (haliyle) ve de oldukça küçük bir kasabasında yaşayan Noi'nin hikayesini anlatıyor. Onun hayata bakışını yer yer fazlasıyla sakin ve yeri geldiğinde de bir o kadar da vurucu bir biçimde anlatmış yönetmen. Yurdumuzda Tutunamayanlar(Voksne Mennesker) adıyla yayınlanmış olan bir sonraki filmi öncesi bir tutunamayan portresi çizmiş de denilebilir. (Tutunamayanların neye tutunamadıkları ve de tutunanların neye tutunduğu meselesi daha sonraki bir tartışma konumuz olarak bu parantez arasında saklı kalsın) Ben bir kış sabahı izlemiştim bu filmi. Ama siz hala izlemediyseniz kışa kadar beklemeyin derim...
Not: Bu arada yönetmenimizin de kendi grubu olan Slowblow tarafından yapılmış olan müziklerine de pek denilebilecek bir şey yok.imdb

Neden? : İki filmimizdeki iki karakter de çevrelerindeki hayata fazlasıyla uyumsuz kişilerdir. Yeri gelir çırpınırlar ancak kurtulamazlar bir türlü. Kuzey ülkelerinin o bize garip gelen espri anlayışı yer yer içimizi ısıtırken(içimizi ısıtmak) sonunda iki adamımızda yegane hedefe; ana rahmine dönmeye çabalarlar. İyi seyirler...

9 Mart 2010 Salı

Oscar Amca mı? Sam Amca mı?

Şöyle bir baktım da aylar olmuş buraya yazamayalı. Askerlik vesilesiyle yazamadım aylardır. Sonra döndük askerden, haliyle yeniden bir şeyler yazmak biraz zor oldu. Bünyede üşengeçlik olması da bunda etken tabi.

Bir döndük Serhat neler olmuş. Sinema dünyası çalkalanmış. Tartışmalardan uzak kaldığımız yerde de bir nebze "Nefes"e yaklaşmışız. Sonrasında da bir baktık oscar ödülleri gelmiş çatmış ki ne görelim "the hurt locker" almış (oscar) amcayı. bir "crash" hadisesi daha yaşamışız benim kanımca.

"İyiliksever Amerikan askeri"
Amerika semalarında neler olursa oscar'a da o yansıdı yine, son senelerde olduğu gibi. İyi güzel filmdir bazılarımız için belki "the hurt locker" ama gerek ödülü alması gerekse peşi sıra yönetmen ablamızın yaptığı "ulusa sesleniş" konuşması fazlaca miğde bulandırdı. gerçi oscar amca çok da umrumda değil ama gene de insan az da olsa "yapmayın be çocuğum" demek istiyor.

Kimimiz de bu filmle "Nefes"i karşılaştırma gafletinde bulunup "Nefes'de de rerere rörörö" gibisinden yakınmalarda bulunmuş "the hurt locker"ın ödülü almasıyla gelen eleştiriler sonrası. Şimdilik bu konudaki cevap hakkımı saklı tutarak "Nefes"den bir M-16 gölgesiyle veda etmek istiyorum sizlere. Jeremy'nin elindekine ne kadar da çok benziyor. Herşeyi de onlardan kopya ediyoruz. Cık cık cık...