İskandinav Sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İskandinav Sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2011 Pazar

İki Film Arasındaki 7 Fark: "Let Me In(2010)"

Bundan iki sene evvel dün (22 Ocak 2009) bir Let The Right One In yazısı yazmışız. Gel zaman git zaman Amerikalı gelmiş "Aga ben bunun aynısının tıpkısını çekerim." demiş. Ne yalan söyleyeyim sözünde de durmuş. Adam oturmuş uğraşmış aynısını çekmiş. Ancak büyük ozan Mustafa Sandal'ın da dediği gibi: Malesef ruhu yok.

Bu yeniden çevrim filmimize gelecek olursak, `lat den ratte komma in`'i izledim bir de yeniden çevrimini izleyeyim diyorsanız; doğru yerdesiniz. Oturun izleyin keyfini çıkarın. Üstüne bir de filmin aslını tekrar izleyip kıymetini anlayın.

"Farkı buldum gabiba"

lakin eğer yukarıda bahsi geçen filmi izlemediyseniz yeniden çevrimini izlemektense, -en azından önce- aslını izleyiniz derim. bu nacizane fikrimdir. tam olarak tabir etmek gerekirse; bir tablonun üzerine kopya kağıdı koyup daha basit malzemelerle tabloyu taklit etmekten bahsediyorum. bu sadece "önceki filmin aynısını çekmiş olmak" gibi bi anlamda değil. aynısı olmasının yanı sıra, bu yeniden çevrimde yönetmen aslının -her yönden- kalitesine yaklaşamamıştır bile. yönetmen amerikan sineması için bir "avrupa filmi" çekmiş gibi görülebilir ilk bakışta. ancak bu iki filmi ard arda izlediğinizde, yeni çekilenin ne kadar da basite kaçtığını ve ancak aslını anımsatacak bir kopya olduğunu gayet net bir biçimde anlıyorsunuz. renklerinden planlarına `lat den ratte komma in` ben buradayım diyor. hatta -bana göre- filmin en stilize ve can alıcı sahneleri olan hastane ve havuz sahneleri de "nasıl çekilir? nasıl çekilmez?" konusunda ders olabilecek kadar başarısız olmuş ikinci filmde. amerikalı kan görmek isterse orasını bilemem tabi.(Noi elinde bir kazan kanla sizi bekliyor olacak.)

"Birinde kız sarışın erkek kumral, diğerinde tam tersi=)"

iki filme de spoiler
işin senaryo tarafına gelecek olursak; nedendir bilinmez ancak çok önemli bi" nokta es geçilmiş son çevrimde. vampir kızımızın her defasında "ya ben kız değilsem" gibisinden serzenişinin aslı olan, onun hadım edilmiş bir erkek olması tamamiyle yok sayılmış. filmin bütün yapısını tamamiyle etkileyen bu nokta üzerinde durulmaması filmden alınabilecek tadı fazlasıyla etkiliyor. ek olarak bu mevzuyla bağlantılı olan `owen`(eli)'ın babasıyla olan garip ilişkisine de pek girilmemiş.
iki filme de spoiler

sözün özü: ilk filmi alalım, orasını burasını budayalım, al sana yeniden çevrim.

ilk filmi izlemeyen sevgili sinema sever dost; gel sen önce ilkini izle. onun bir tadına var. kararını sonra kendin ver.

12 Mart 2010 Cuma

Alt-Vizyon (4)

Uzunca bir aradan sonra bloğumuzun bu bölümüne de yeniden can vermek gerek. Bu yeni başlangıcımızı kuzey ülkelerinden 2 filmle taçlandıralım(taçlandırmak).

Den brysomme mannen (2006): Sorun nedir? Nasıl yaratılır? Fimin bizde sunulan adı "Sorun Yaratan Adam" olmasından mütevellit geldi aklıma bu sorular. Tabi adamımızın öyle aksiyon filmleri hesabı bir sorun yaratma kapasitesi olduğu da söylenemez. Asıl sorun hayatındadır benim görüşüm. İşin özü; adamımız daha önce hiç gelmediği ve oraya da nasıl ve neden geldiğini anlamadan, yepyeni ve oldukça düzenli bir şehirde yaşamaya başlar. İşinden, eşine her şey düşünülmüş ve bir makine gibi işlemektedir. Sorun da buradan kaynaklanır zaten. Adamımız "Andreas" "Yeter" der ve zincirleri kırmaya çalışır ve "sorun" da burada çıkar...imdb

Noi Albinoi (2003): izlandalı Yönetmen Dagur Kari'nin 4. filmi olmanın yanı sıra, festivallerde de birçok ödül alarak adını duyurmaya başladığı filmi de diyebiliriz bu film için. Filmimiz izlandanın soğuk (haliyle) ve de oldukça küçük bir kasabasında yaşayan Noi'nin hikayesini anlatıyor. Onun hayata bakışını yer yer fazlasıyla sakin ve yeri geldiğinde de bir o kadar da vurucu bir biçimde anlatmış yönetmen. Yurdumuzda Tutunamayanlar(Voksne Mennesker) adıyla yayınlanmış olan bir sonraki filmi öncesi bir tutunamayan portresi çizmiş de denilebilir. (Tutunamayanların neye tutunamadıkları ve de tutunanların neye tutunduğu meselesi daha sonraki bir tartışma konumuz olarak bu parantez arasında saklı kalsın) Ben bir kış sabahı izlemiştim bu filmi. Ama siz hala izlemediyseniz kışa kadar beklemeyin derim...
Not: Bu arada yönetmenimizin de kendi grubu olan Slowblow tarafından yapılmış olan müziklerine de pek denilebilecek bir şey yok.imdb

Neden? : İki filmimizdeki iki karakter de çevrelerindeki hayata fazlasıyla uyumsuz kişilerdir. Yeri gelir çırpınırlar ancak kurtulamazlar bir türlü. Kuzey ülkelerinin o bize garip gelen espri anlayışı yer yer içimizi ısıtırken(içimizi ısıtmak) sonunda iki adamımızda yegane hedefe; ana rahmine dönmeye çabalarlar. İyi seyirler...

4 Mart 2009 Çarşamba

Her Kuşun Eti Yenmez (All the Boys Love Mandy Lane)

Geçtiğimiz ifistanbul'un nöbetçi sinema kuşağının 3 filminden bir tanesiydi bu teen slasher. Son yıllarda yapılmış türe uygun birçok film arasından neden bu film seçildi pek anlayabilmiş değilim.

Filmim adından da anlaşılacağı gibi Mand Lane oldukça alımlı bir genç kızımızdır ve etrafındaki bütün yeniyetmeler de kendisine fena halde hastadır. Hayran kitlesinin bu kadar geniş olmasındaki asıl etken de aynı zamanda kendisinin henüz erkek arkadaşı olmamış bir bakire olması. Hal böyle olunca, libidosu sürekli mevsim normallerinin üzerinde gezen genç dimağların tek derdi, etraflarında bir sürü genç ve güzel kız olmasına rağmen, sadece Mandy Lane olmuş. Bir nevi hedefe kilitlenmişler de diyebiliriz. Sonrasında, gençler kızlı erkekli bir çiftlik partisine kendisini de davet ederler ve olaylar gelişir.

Şehirin dışındaki ıssız bir ev, orman içindeki bir göl, bir yığın genç, alkol, uyuşturu, seks ve gizemli bir adam. Şartar bir teen slasher için oldukça elverişli. Klişeleri bu kadar göze sokması başlarda biraz izleyeni rahatsız etse de türden hoşlananlar için çok da rahatsız edici olduğu söylenemez. Diğer tarafdan filmin bir noktaya kadar sıradan gitmesi sonlara doğru "yeter artık bir şeyler olsun" dedirtmiyor değil izleyiciye.

"Filmi izlemedim ama izlemek istiyorum." diyenler için sakıncalı içerik.
Gençlerin birer birer ölmesi ve onları kimin öldürüyor olduğunu görmemizle beraber birden film cazibesini yitirmeye başlıyor ki "Bu film böyle bitemez" diyebiliyoruz. Sağolsunlar onlar da bunun farkında ki beklenen dönüşü yapıyorlar ve Mandy'nin pek de masul olmadığı ortaya çıkıyor. Bir klasik olarak, sevişenler birer birer elveda diyor bize ve sonunda bakir kızımız hayatta kalıyor. Filmi ortalarında durdursak ve oturup senaryonun devamının ne olabildiği üzerine biraz kafa yorsak, aynen bir problem çözer gibi formülde bilinenler yerlerine koyulduğunda tek bilinmeyen de ortaya çıkıyor.


Texas katliamı'nı(The Texas Chainsaw Massacre 1974) akıllara getirdiğimizde, "Bir evde yaşayan yamyam bir aile ve tuzaklarına düşürdükleri insanlar." Ev halkının bir şekilde yabancıları kuntine getirip sofralarına meze yapması da Mandy Lane'e yapılmaya çalışanla örtüşüyor, filmin sonunda "survivor" olarak kanlar içinde arabayla uzaklaşması gibi. Ancak her filmde de Texsas Katliamı'ndan izler görmek de biraz rahatsız edici olmaya başlamadı desem yalan olur.
"Filmi izlemedim ama izlemek istiyorum." diyenler için sakıncalı içerik.

"Hani benim olacaktın?"

Türden hoşlananların beğenebileceği bir film olmasının yanında içerisinde barındırdığı ufak tefek yaratıcılıklar, senaryodaki ani dönüşler ve başarılı sayılabilecek sonuyla vakit geçirmek için izlenilesi bir film derken filmden çıkardığım kıssadan hisse de "Her Kuşun Eti Yenmez"dir.

22 Ocak 2009 Perşembe

"Let the Right One In"

Vampir teması, ve garip bir aşk hikayesi. Şimdiye kadar türlü türlü vampir filmi de yapıldı aşk filmi de. Bu iki temayı kullanıp da akılda kalan ne kadar yapım var derseniz, pek de bir şey gelmiyor akıllara, bu masalsı iskandinav efsanesi dışında... Önce filmle alakalı birkaç bir şey okuduktan sonra, korku filmi düşüncesiyle izlemeye koyuldum. Ancak bambaşka bir tat bekliyormuş efenim bendenizi.


Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, hikaye bir romandan alıntı olmasından dolayı, bu konuda bilgisi olanlar daha derin anlamlar çıkarabileceklerdir filmden. Vampir filmi olmasından mütevellit, filmde az çok kanlı sahne yer almakta, ancak bu sahneler olabildiğince yerli yerinde ve kararında detaya girilerek gösterilmiş. Böyle olunca da izleyici daha çok hikayenin derinliğine ve yaşananların dramatik yapısına yönleniyor. filmin görsel yapısı da fazlasıyla bu anlatımı kuvvetlendirecek nitelikte.

Film içerisinde yer yer alt hikayelerin bulunması yanısıra, yönetmen bize gerek duymadığı konuları da anlatmaktan kaçınıyor. İlk ölen adamın aranması, eli'nin babasının (değil muhtemelen) hastaneye kaldırılması, camdan düştükden sonra ona ne olduğu gibi. Bu da gerçekliğe kapılmadan hikayenin masalsılığına kapılmamızı kolaylaştırıyor.

Akılda kalan sahneler olarak hastanede vampir kadının yanması ve malum havuz sahnesi sinemasal olarak fazlasıyla başarılı ve filmi daha da etkileyici kılıyor. Eli’yi hastane duvarından yukarı çıkarken görmek gerilmek isteyen bünyeye fazlasıyla istediğini veriyor.

Filmin başından itibaren Eli'nin "ya ben kız değilsem, ben bir kız değilim" sözleri filmin sonlarına doğru Eli'yi çıplak olarak gördüğümüzde anlam kazanıyor. romanda da yer aldığı gibi Eli'nin hadım edilmiş bir erkek olduğunu anlıyoruz. Bununla birlikte eli'nin oscar'la olan ilişkisi farklı anlamlar kazanıyor. İşin içine vampirlik temasının yanıda bir de eşcinsellik taması giriyor. Diğer tarafdan babası mı değil mi belli olmayan adamla olan ilişkisi de -ki muhtemelen babası değil- insanı düşündürüyor. Diğer tarafdan Oscar'ın da en son babasının yanındayken evlerine gelen adam ve evde oluşan garip ortam ve sonradan oscar'ın gece evden ayrılması da türlü ihtimalleri akıllara getirmiyor değil.

Ve filmin sonlarına geldiğimizde oscar ve eli trene binip mutlu mesut giderlerken eli'nin babası (?) ve oscar'ın kaderleri akıllara geliyor. Muhtemelen Eli, Oscar’la yeni bir başlangıç yapıyor. Bir tarafdan hikayenin mutlu sonla bittiğini düşünürken, akıllarda Oscar ile Eli’nin ölen babasının kaderleri kesişiyor…