8 Ocak 2009 Perşembe

"The '80s rule!" (The Wrestler)

80'lerin efsane güreşcisi The Ram artık çökmüştür ve sadece para kazanmak için haftasonu mahalli güreşlere katılmakta, hafta içi de gündelik işlerde çalışmaktadır. vücudu artık bu spora dayanamayacak derecede yıpranmış olmasına rağmen, yüklü miktarda ilaç desteği alarak büyük bütçeli ve kanın su gibi aktığı bir dövüşe katılırmayı kabul eder. sağ salim! biten dövüş sonrası soyunma odasında işler pek yolunda gitmez ve “the ram” kalp krizi geçirir, by pass ve ve doktor artık dövüşemeyeceğini söyler. hayatının tek amacından kopunca etrafına bakar ve neleri harcadığını, neleri kazandığını görür. yeniden hayata tutunmaya çalışmasıyla olaylar gelişir.

İzlerken `the ram` diye bir güreşcinin gerçekten de yaşadığını düşünüyor insan. Belki de de onun Mickey Rouke’un kendisi olduğunu. Aslında düşünüldüğünde şaşalı dönemlerinden sonra bir süre ortalarda görünmeyen Rourke, the ram ile benzer benzer bir hayat yaşamıştır. Golden Globe’da ödülünü alırken yaptığı konuşma da bu düşünceyi destekler nitelikte. Bu başarılı oyunculuğun yanı sıra Darren Aranofsky'nin bizi Randy’nin peşi sıra gezdirmesi de bu hisse kapılmamızda oldukça etkili.


`The ram` güreş dışında neredeyse sadece Cassiday(Marisa Tomei) ile görüşmektedir. ancak cassiday'in de sürekli tekrar ettiği gibi bu sadece iş ilişkisidir. The Ram ona yaralarından bahseder bir ara, geçmişe dair bu izler bir bakıma, Cassiday'nin derisinde taşıdığı dövmeleriyle ve geçmişleriyle örtüşmektedir. Cassiday henüz taş gibi olsa da, yaptıkları işler dolayısıyla ikisi de vücutlarını bu yolda tüketmiştir yıllar yılı ve eskidiklerinde kendilerinden geriye pek birşey kalmamış/yacaktır.

Cassiday'den istediklerini duyamaz ve yıllardır ihmal ettiği kızıyla iletişime geçmeye çalışır. bunda biraz başarılı olur gibi olsa da kendi yaşam tarzı, buna pek de izin verecek gibi değildir, yıllardır olduğu gibi. kendisini hayata bağlayabilecek iki kadından da umduğunu bulamaması bir nevi bir erkek için olabileceklerin en kötüsüdür kendisinin de kızına sahilde söylediği gibi;
"I'm an old broken down piece of meat and I deserve to be all alone... I just don't want you to hate me."

The Ram’in Randy olmaya çalıştığı markete çalışmak için ilk girişinde, ringe girer gibi bir hava yaratmıştır yönetmen ve tabii ki orası bir ring değildir. Bir süre eğlenceli hale gelmeye başlar gibi görünse de market hayatı, öyle olmadığı kısa sürede ortaya çıkar. “şu hayatta en iyi yaptığın işi yapacaksın” mottosuyla marketteki işinden ayrılırken Randy, marketi ringe çevirerek olması gerektiği kişiye dönüşmüştür. Hayatını verdiği kişiden başkası olmak onun için ölümden pek de farklı değildir aslında.


Tam da bu noktada yönetmen izleyiciye beklediğini mi verecek diye bir düşünürken olabildiğince abartısız şekilde The Ram son dövüşüne hazırlanır. (son dövüş kısmında İran vs. Amerika olmasının da vardır muhtemelen belli bir amacı.). Dövüşün sonunda The Ram rakibine son darbeyi vurmak için ringin yanındaki iplere çıkar. (Golden Globe’da yaptığı konuşma bu sahneyi andırmaktadır bence.) Seyirciler coşmuştur. Herzaman, belki de sonsuza kadar olmak istediği yerdedir The Ram. ve ekran kararır... film bu şekilde bitmez herhalde diye düşünecekken Bruce Springsteen tıngırdatmaya başlar. ve gerisi bize kalır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder