Pandora'nın kutusu için taşra kentli diyalektliğinin bir aile üzerinden yansıması filmi dersek yanlış olmaz. Son dönem Türk filmlerinin birçoğunda gördüğümüz üzere unutulmuş bir geçmiş var ve bu geçmişi bize hatırlatan, hatırlatmaya çalışan nesneler ve her zamanki bütün kötülüklerin babası büyük şehir, şehrin içine sıkışmış olmalarına rağmen yapayalnız olan bireyler, kısacası bildiğin, bildiğim, bildiğimiz bir hikaye.
Ve sonra film bir yol hikayesi tadıyla başlıyor. Türk sinemasında örneklerine pek rastlayamadığımız bir tür olan yol hikayesi filmi izleyip izleyemeyeceğimizi düşünürken istanbul a dönüyoruz bile. ben bu sefer tomris uyar vari bir aile hikayesi mi izleyeceğiz diyorum, ama bütün karakterler kendi yoluna gidiyor ve bütün film boyunca yolları sadece bir kez daha kesişiyor; ki bence bu filmin en büyük eksiği de bu. karakterlerin bir arada duramaması senaryonun kolaya kaçması olarak algıladım, pandora nın kutusu açılırken yeterince yüzleşmiyor karakterler.
Bundan öte bir diğer sorunda karakterlerin klişeler üzerine oturtulması. histerik evde kalmış hatun kişi annesini sorumsuzca bırakır sevgilisine gider, abla anne aşırı kontrolcüdür, oysa çocuğun tek istediği onu dinlemeleridir, dayı ise tam bir felakettir, uzak durulması gereklidir; ki burada hakkını vermeliyim, serde loser lık olmasından mıdır bilinmez filmde en gerçekçi bulduğum tipte dayı oldu. kısacası orta sınıf, entellektüel bir şehirlide rastlayabileceğimiz bütün özellikleri sahip bu karakterler insanı rahatsız ediyor ve belki de klişe diyalogların artmaması için yönetmen onları geride bırakıyor ve ikinci yarıyı nineyle torununa, hikayenin en masumlarına hasrediyor. bu konuda en son olarak şunu söyleyeceğim bir filmde karakter sayısı arttıkça onların parlama şansı her zaman azalır ve her zaman o karakterler standartlaşır.
Pekala cumhuriyet mitingi, üniversite öğrencisi sucu çocuk gibi nereye oturtacağımız bilemediğimiz yersiz eleştirileri bir kenara bırakıp hikayenin sonuna gelecek olursak türk filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz seyiriciye oynama alışkanlığına kapılmadığı için filmi başarılı sayabiliriz. ve film için bir yol hikayesi paydasını da verebiliriz alışık olmadığımız, türün özelliklerine sahip olmasa da pandora nın kutusunu yola çıkamayanların yola çıkanlara ancak seyirci olduğu bir yol filmi olarak görebiliriz. ve hattta filmin anlatmak istediği aile hikayesini de yarı yolda bıraktığına göre aynı adlandırmayı film için de yapabiliriz. bütün bu adlandırmalar bir yana sinema kariyeri on beş seneyi bulan bir yönetmenin gelebileceği en üst nokta burası mıdır, bundan şüpheliyim.
Son olarak filmden önce teaser ını izlediğim ümit ünal ın gölgesizlerine değineceğim. gölgesizler türk romanının varoluşçu doruklarından bir tanesidir ama teaser ı izlerken bir gerilim filmi izleyeceğini sanıyor insan. ünal ın ısmarlama olarak filmi çekmesi, toptaş ın senaryoyu kabul etmesine rağmen kafamda soru işaretleri yaratıyor, umarım iki bin dokuz en çok beklenen çalışmalarından olan gölgesizler beklentilerin çok altında kalmaz.
Ve sonra film bir yol hikayesi tadıyla başlıyor. Türk sinemasında örneklerine pek rastlayamadığımız bir tür olan yol hikayesi filmi izleyip izleyemeyeceğimizi düşünürken istanbul a dönüyoruz bile. ben bu sefer tomris uyar vari bir aile hikayesi mi izleyeceğiz diyorum, ama bütün karakterler kendi yoluna gidiyor ve bütün film boyunca yolları sadece bir kez daha kesişiyor; ki bence bu filmin en büyük eksiği de bu. karakterlerin bir arada duramaması senaryonun kolaya kaçması olarak algıladım, pandora nın kutusu açılırken yeterince yüzleşmiyor karakterler.
Bundan öte bir diğer sorunda karakterlerin klişeler üzerine oturtulması. histerik evde kalmış hatun kişi annesini sorumsuzca bırakır sevgilisine gider, abla anne aşırı kontrolcüdür, oysa çocuğun tek istediği onu dinlemeleridir, dayı ise tam bir felakettir, uzak durulması gereklidir; ki burada hakkını vermeliyim, serde loser lık olmasından mıdır bilinmez filmde en gerçekçi bulduğum tipte dayı oldu. kısacası orta sınıf, entellektüel bir şehirlide rastlayabileceğimiz bütün özellikleri sahip bu karakterler insanı rahatsız ediyor ve belki de klişe diyalogların artmaması için yönetmen onları geride bırakıyor ve ikinci yarıyı nineyle torununa, hikayenin en masumlarına hasrediyor. bu konuda en son olarak şunu söyleyeceğim bir filmde karakter sayısı arttıkça onların parlama şansı her zaman azalır ve her zaman o karakterler standartlaşır.
Pekala cumhuriyet mitingi, üniversite öğrencisi sucu çocuk gibi nereye oturtacağımız bilemediğimiz yersiz eleştirileri bir kenara bırakıp hikayenin sonuna gelecek olursak türk filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz seyiriciye oynama alışkanlığına kapılmadığı için filmi başarılı sayabiliriz. ve film için bir yol hikayesi paydasını da verebiliriz alışık olmadığımız, türün özelliklerine sahip olmasa da pandora nın kutusunu yola çıkamayanların yola çıkanlara ancak seyirci olduğu bir yol filmi olarak görebiliriz. ve hattta filmin anlatmak istediği aile hikayesini de yarı yolda bıraktığına göre aynı adlandırmayı film için de yapabiliriz. bütün bu adlandırmalar bir yana sinema kariyeri on beş seneyi bulan bir yönetmenin gelebileceği en üst nokta burası mıdır, bundan şüpheliyim.
Son olarak filmden önce teaser ını izlediğim ümit ünal ın gölgesizlerine değineceğim. gölgesizler türk romanının varoluşçu doruklarından bir tanesidir ama teaser ı izlerken bir gerilim filmi izleyeceğini sanıyor insan. ünal ın ısmarlama olarak filmi çekmesi, toptaş ın senaryoyu kabul etmesine rağmen kafamda soru işaretleri yaratıyor, umarım iki bin dokuz en çok beklenen çalışmalarından olan gölgesizler beklentilerin çok altında kalmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder